Antalya Şu Anda Su Stresi Altında Bir Şehir. Su Yoksa Antalya Yok Demektir

Mete Tekin – Orhan Çakmur / buinessantalya

TOBB Yönetim Kurulu Üyesi, Antalya Ticaret Borsası Başkanı Ali Çandır ile Ekonomi Muhabirleri Derneği’nin Antalya’daki üyeleri ile bir araya geldi. Tarım, ekonomi ve Antalya ile ilgili değerlendirmelerde bulunan Başkan Çandır, EMD üyelerinin sorularını yanıtlarken dikkat çeken açıklamalar yaptı.

İş dünyasındaki önemli konuların başında kuraklık konusunun geldiğini belirten Çandır, “Antalya akan şelaleleriyle, akarsularıyla su zengini bir yer imajı çizse de şu anda su stresi altında bir şehir. Özellikle tarım, turizm bu suyu ciddi ölçüde tüketiyor. Bunun farkındalığını arttırmamız gerekiyor. Çünkü bu su yoksa Antalya yok demektir” ifadesini kullandı.

Tarım sektörünün ihmal edildiğini vurgulayan Çandır, “Dünyanın En Büyük Kumarbazları Çiftçiler” sözleriyle ekonomi muhabirlerini şaşırtırken, daha sonra sözlerine şöyle açıklık getirdi;

“Dünyanın en büyük kumarbazları çiftçiler. Yani maliyete göre hesap yapılan bir sektör değil. Yani ürettikten sonra Allah’a dua ediyoruz. Pazar iyi gitsin diye. Arz taleple fiyatları oluşuyor. Özellikle bozulabilir ürünlerde bir fiyat garantisi sistemi henüz ülkemizde yok.”

Çandır, Çin’in yayılmacı politikasının Türkiye ekonomisi için büyük bir tehdit olduğunu da belirterek, “Çin’e bir dolarlık satış yapıyoruz, karşılığında 13.2 dolarlık alış yapıyoruz. Türkiye’nin dış ticaret açığının yüzde 59’u Çin’den kaynaklanıyor. Çok büyük rakam. Bugün geldiğinizde Suriye’de, Irak’ta, her yerde artık Çin var” dedi.

TOBB Yönetim Kurulu Üyesi, Antalya Ticaret Borsası Başkanı Ali Çandır ile Ekonomi Muhabirleri Derneği üyeleriyle söyleşisinde öne çıkanlar şöyle;

Antalya ihracatı iyi gidiyor. Bir artış söz konusu. 2025 yılı Kasım ayında Antalya’nın toplam ihracatı, geçen yılın aynı ayına göre %6,9 artarak 179 milyon dolar oldu. Tarım ihracatı %3,7 artışla 106 milyon dolar, yaş meyve sebze ihracatı %8,5 artışla 66 milyon dolara çıktı. Süs bitkileri ve mamulleri ihracatı %3, 2 azalarak 3 milyon dolar oldu. Ocak-Kasım 2025 döneminde Antalya’nın 1,9 milyar dolarlık toplam ihracatı içinde tarımın payı 1,1 milyar dolar. Bunun 602 milyon dolarlık kısmı Yaş meyve sebze ihracatı. Üretimden ihracata emek veren tüm üretici, tüccar ve ihracatçımıza teşekkür ediyorum.

İhracatı etkileyen faktörlerin başında tabii ki kur baskısı geliyor. Özellikle bizim rekabet ettiğimiz ülkelerle fiyat oluşturmakta ihracatçımız zorlanıyor. İçerdeki girdi maliyetlerinin artması, kurun düşük kalması bizim rekabet gücümüzü önemli ölçüde düşürüyor. Onun dışında tabii iklimsel faktörler de var. Ama biliyorsunuz ki bu gayri safi milli hasıla hesaplaması miktar üzerinden değil fiyat üzerinden. Enflasyonun yüksek olduğu yani gıda fiyatlarının, tarım fiyatlarının arttığı en az enflasyon kadar arttığı bir dönemde bu kadar düşüşün, doğal felaketlerden kaynaklı yüzde yirmilik bir azalış olduğu öngörülüyor, tespit edilmiş durumda. Enflasyon farkını koyduğumuzda miktar olarak bu kadar düşmemesi lazım.

TARIM SEKTÖRÜNÜN İHMAL EDİLDİĞİNİ GÖRÜYORUZ

Aslında tarımdaki düşüşü başka yerlerde aramamız gerekiyor diye düşünüyorum. Yani bu sadece dondan, kuraklıktan kaynaklı bir sonuç değil. Uzun yıllardır tarımın biraz ihmal edilmesinden kaynaklı.

Şöyle bir değerlendirdiğimizde 1995’den bugüne kadar gayri safi milli hasıla içerisindeki payı yüzde elli azalmış, yarı yarıya azalmış durumda tarımın.

  • Üretimden çekilme mi var?

Üretimden çekilmeden ziyade ülkenin büyüme sepetini incelediğimizde tarım biraz ihmal edilmiş görünüyor. Aslında buna baktığımızda yine aynı 1995’den günümüze geldiğimizde de sanayi sektörümüz de üçte bir kaybetmiş durumda. Yani otuz küsurlardan on sekizlere, on yedilere gelmiş durumda. Hizmet sektörü büyüyor, vergi büyüyor, iç ve dış ticaret büyüyor. Dış ticarette de neredeyse yüzde elli sekizlik bir pay var. Onun da sadece yüzde on sekizi ihracattan geliyor. Diğer kalan da ithalattan gelen bir büyüme var. Yani biraz tarım sektörünün, diğer sektörlerde de var ama, tarım sektörünün ihmal edildiğini görüyoruz.

Tarım aslında ülkede en çok konuşulan, herkesin konuştuğu bir konu haline gelmesine rağmen günlük tedbirlerle, o günü kurtarma işleriyle günübirlik devam ediyor. Yapısal bir bakış açısı getirmek gerekir diye düşünüyorum. Bunu da hep yıllardır ifade ediyoruz.

Değer zincirinin tamamının tekrar elden geçirilmesi, gözden geçirilmesi. Belki sadece destek, teşvik adı altında vermek yerine, bunları neyi destekleyeceğimizi yani kaybolmasını istemediklerimizi, neyi teşvik edeceğimizi yani ileride bize potansiyel olacakları iyi tahlil edip ona göre destek vermemiz lazım. Hala bütçenin yüzde biri kadar desteği bile verebilmiş değiliz.

Yine verilen desteklere de baktığımızda çoğunluğu çiftçinin finansmanı için Ziraat Bankası ya da Tarım Kredi süspansiyonlarından geçiyor. İnsanların üretimi geliştirmesi, üretimi arttırmasıyla ilgili çok sağlıklı destekler olduğu söylenemez. Belki de en başta bu destek, teşvik mekanizmasını yeniden yaratmak da çıkıyor.

YERELDE HER BÖLGENİN KENDİ ÜRETİM PLANLAMASINI YAPMASINI SAĞLAYACAK ORTAMIN YARATILMASI LAZIM

Tarımsal planlamayla ilgili stratejik bazı ürünlerde başladık geçtiğimiz yıl. Onların sonuçlarını da sonra önümüzdeki dönem göreceğiz. Ankara’dan bu işin organize edilmesinden ziyade, yerelde her bölgenin kendi üretim planlamasını yapmasını sağlayacak ortamın yaratılması lazım. Bu Ankara’dan yapılınca diğer illerde uygulamada birtakım zorluklar çıkabiliyor.

Bir de tabii o şehrin özellikleri de dikkate alınmalı. Yani siz su derdi olan bir şehirde eğer tropikal bitkiler üretmeye çalışıyorsanız, mısır üretmeye çalışıyorsanız bugünü kurtarsanız da yarın ciddi zorluklarla karşılaşacaksınız. Artık eskisi gibi tarım işte at tohumu Allah ne verdiyse mantığından ziyade belli bir planlama, belli bir verimlilik hedefiyle yola çıkıyor. Çünkü maliyetler çok yüksek. O anlamda eski bildiklerimizde, eski alışkanlıklarımızda tarımı bir yere götürme şansımız yok. Yeni bir bakış açısına, yeni bir tasarlamaya ihtiyacımız var. Diyelim noktayı koyalım.

DÜNYANIN EN BÜYÜK KUMARBAZLARI ÇİFTÇİLER

  • Şu anda üreticilerle de konuşuyoruz. Fide fiyatları, tohum fiyatları alabildiğine yüksek. Önümüzdeki süreçte yani 2026-2027 yılında nasıl bir durumla karşılaşabiliriz?

Bak dünyanın en büyük kumarbazları çiftçiler. Yani maliyete göre hesap yapılan bir sektör değil. Yani ürettikten sonra Allah’a dua ediyoruz. Pazar iyi gitsin diye. Arz taleple fiyatları oluşuyor. Özellikle bozulabilir ürünlerde bir fiyat garantisi sistemi henüz ülkemizde yok. Bunu yaratmak için de dediğim gibi yapısal yaklaşımlara ihtiyaç var. Bizim en büyük eksikliklerimizden bir tanesi de birlikte hareket etmeyi çok beceremiyoruz. Yani üreticinin birlikte hareket etmesini sağlayamıyoruz.

Türkiye her alanda şu anda dünyanın en pahalı ülkelerinin başında geliyor. Üretim maliyeti de çok pahalı. Yani fide diyorsunuz sadece fide değil her alanda bizim maliyetlerimiz artmış durumda. Bu maliyetleri düşürmenin yolu da biraz birlikte hareket etmelerinden geçiyor. Yani birlikte tedarik sağlamalarından, birlikte depolama, paketleme yapmalarından ve birlikte pazarlık gücünü oluşturmalarından geçiyor. Aslında az önce ifade ettiğim bu destek ve teşviklerde belki de bu birlikte hareket etmeyi özendirecek, birlikte hareket etmeyi teşvik edecek şekilde desteklerin verilmesi, tarımsal örgütlenmenin de gelişmesine neden olur.

  • Önümüzdeki birkaç yıl içinde zaten gıda fiyatları artıyor. Asgari enflasyon artıyor. Yani resmi olarak düşmüş olsa da biz onu hissetmiyoruz ama bu maliyet artışlarıyla önümüzdeki süreçte gıdaya erişimde vatandaş daha da zorlanacak gibi görünüyor.

Az önce de ifade ettiğim gibi bu bizim biraz yapısal sorunumuz. Dünyada ne oluyor diye baktığımızda, 2020 yılını 100 baz aldığında 2025 Kasım ayı itibariyle dünya gıda endeksi 125 dolayında. Yani yüzde 25 bir artış söz konusu. Gıda fiyatları son altı yılda yüzde 25 artmış dünyada. Bizdeki artışı tahmin edin. Yüzde 826.

  • Don olayları nedeniyle ihracatın etkilendiğini söylediniz. Mesela sebze örtü altında üretiliyor. Örtü altında meyve üretimi de yapılıyor mu? Yapılmaya başlandı mı ya da yapılmalı mı?

Bazı ürünlerde meyve üretimi var. Turfanda çıkarmak için erik gibi kayısı gibi ürünleri sembolik olarak yapanlar var. Ama o sürdürülebilir bir şey değil. Yani siz aynı ürünü açık alanda üretenle kapalı alanda ürettiğinizle rekabet edemezsiniz. Yani çok kısa süreli avantajlar olabilir. İşte eriği bir ay önce çıkartırsa belki hep sizin de erik şu kadar fiyat diye, tanesi şu kadara geliyor diye haber yapıyorsunuz ya. Öyle bir fayda sağlayabilir ama o çok sürdürülebilir bir şey değil.

Meyveleri dondan korumanın belli yolları var. Yani gelişmiş ülkeler bunu yapıyorlar. Ürünlerin üzerlerine yağmurlama sistemleri, tüy sistemleri, perde sistemleriyle açık alanı rehabilite ederek gerçekleştiriyorlar.

Yani biz bunu kapalı alanda yapmamız ne kadar ekonomik olur? Şöyle söyleyeyim. Açık alanda tarla ve fidan maliyetiniz varken kapalı alanda demir konstrüksiyon, naylon, ısıtma gibi maliyetleriniz var. Orada attığın taş, ürküttüğün kurbağa değer mi değmez mi? İyi hesap etmek lazım.

  • Ukrayna hem komşusu Rusya ile savaşta. Hem de Türk ürünlerine karşı domates ve salatalıkda %37’ye varan vergi getirdi. En fazla da bizim bölgeden gidiyor domates, salatalık. Hem ihracatı hem de üreticilerden kaygılı. Son durum nedir bu konuda? Ülkeler bazında gelişme var mı?

Şu anda o konuyla ilgili bir gelişme yok. Biliyorsunuz hemen o olay meydana geldiğinde onunla ilgili Antalya’nın Türkiye’nin ihracatıyla ilgi verileri de bağlayarak olayın bütün içeriğini yazarak ilgili bakanlıklar da talepte bulundu. Hatta geçtiğimiz günlerde Zelenski Türkiye’ye geldiğinde de onu da ifade etmeye çaba sarf ettik.

DENİZ SUYUNU ARITAN SİSTEMLERİ GÜNDEMİMİZE ALMALIYIZ!

Geçtiğimiz haftalarda Akdeniz Üniversitesi’nde bir toplantıya katılmıştım. Kentin özellikle batı ilçelerinde çok ciddi bir su sıkıntısı baş gösterdiği, yani kentin çok hızlı bir şekilde kurak, susuz yıllara doğru gittiğini söylediler. Ve Demre’de biber üretimi durmuş. Yeraltı sularıyla sulama yapıldığı için tuzluluk oranı nedeniyle artık biber üretemiyorlarmış denildi. Antalya özelinde önümüzdeki yılların en önemli konularından biri su mudur? Siz nasıl bakıyorsunuz?

Vallahi gündemimizdeki konunun başında o geliyor. Bir de bu COP 31 (Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi 30. Taraflar Konferansı) Antalya’da yapılacak. Zirvesini İstanbul’da yapacaklar ama toplantılar Antalya’da olacak gibi görünüyor. Onunla ilgili de biz özellikle su tüketiminden başlayarak Antalya’nın çevre değerlerini öne alacağımız bir dönem olmasını öneriyoruz. Onun için çaba sarf edeceğiz. Bir anlamda da biraz farkındalığı arttıralım istiyoruz. Antalya akan şelaleleriyle, akarsularıyla böyle su zengini bir yer imajı çizse de şu anda su stresi altında bir şehir. Özellikle tarım, turizm bu suyu ciddi ölçüde tüketiyor. Bunun farkındalığını arttırmamız gerekiyor. Çünkü bu su yoksa Antalya yok demektir.

Hatırlarsanız bir yıldan fazlaydı galiba. Biz dedik ki yağmur suyu hasatıyla ilgili devlet destek vermeli. Hatta bunu karbon salınımıyla ilgili paketin içinde değerlendirdik. Çevre değerlerini öne çıkarmamız gerekiyor ama bunlar özel teşebbüsün kendi imkanları ile yapacağı şeyler değil. Bu karbon salınımını azaltmak, su ayak izini sağlıklı hale getirebilmek için devletin destek vermesi gerekiyor. Su hasatı denen hikayeyi bir şekilde bizim Antalya’da gerçekleştiriyor olmamız lazım. Özellikle örtü altı üretimi ya da kamu binalarından başlayarak yağmurun yağdığı dönemlerde hasatı gerçekleştirerek onu diğer dönemlerde kullanmamız gerekiyor.

Bu arada başka unsurlar da var. Yine turizm sektörü de bu konuda çalışıyor. Her bir odanın günlük su tüketiminin 1500 litre olduğunu biliyoruz. Orada gri suyu tekrar döndürmek, kullanılan suyu tekrar kullanır hale getirmek. Hatta deniz suyunu arıtan sistemleri artık gündemimize almak gibi geniş bir farkındalık yaratmaya hedefliyoruz bu dönemde. Genelde biliyorsunuz Türkiye’de günü yaşıyoruz. Günlük sorunlarla boğuşurken aslında geleceğe biraz ihmal ediyoruz. Bu çevre konusu, su konusu da bizim gelecek nesillere vereceğimiz, aktaracağımız önemli bir sorun olmasın diye çaba sarf etmemiz lazım.

Türkiye’nin birçok yerinde su sıkıntısı yaşanıyor. Özellikle sulama rejimimiz sağlıklı olmadığı için sondaj kuyuları artık dibin dibine inmeye başladı. Az önce tarımı konuşurken ürün desenini de buna göre tasarlamamız gerekir derken altını çizmeye çalıştığımız konu su ihtiyacına göre ürünleri tespit etmemiz lazım.

TAŞ VE MADEN OCAKLARI

Tabi sadece su değil, Antalya olarak Antalya’nın bütün doğasına da sahip olmamız gerekiyor. Antalya son 40-50 yılında bir marka yaratmış bir şehir değil. En büyük markalarımız tarih eserlerimiz ya da doğal güzelliklerimiz. Ama işte imar planlarıyla, plansız yol açmalarla, niteliği yüksek olmayan madenler için dağlarımızı kazmakla bu doğaya tahribat veriyoruz. Bunların önüne geçmemiz lazım. Biz tabi burada özel teşebbüsü suçlamıyoruz. Ona izin verenlerin, yani taş ve maden ocakları için Antalya gibi bir doğası da var olmuş yere izin verenlerin burayı daha iyi incelemeleri lazım. Aynı maden Afyon’da Burdur’da ya da İç Anadolu’da çıkıyorsa gelip de burada Konyaaltı’nın üzerinde dağlarımızı delik deşik etmemeleri gerekiyor diye düşünüyoruz. Ama yine altını çiziyorum. Burada devlet izin verirse özel sektör yapar. Devletin bu konuda bir prensip karar alması lazım diye düşünüyorum.

  • Son dönemde Türkiye’nin her yerine zehirlenme vakaları, haberleri duyuyoruz. Yani özellikle toplu yemek yenilen yerlerde. Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz?

Valla Türkiye’de tüketim alışkanlıkları değişkenlik göstermeye başladı. Eskiden gıdaya erişimimiz bu kadar kitlesel değildi. Şimdi her şey paketleniyor. Her şeyin son kullanım tarihleri var. İster istemez bu son kullanım tarihinden, tarihi gelen ürünleri yaygın yerler satmıyorlar. Bunları bir şekilde gıda sektörü son kullanım tarihine 3-5 gün kala alıp. Merdiven altı da olabilir. O da tabii enflasyonun getirdiği bir sıkıntı. Fiyat arttıkça insanlar bu usulsüzlüklere karışıyorlar ama genelde son kullanım tarihi gelen ürünler gıda sektörüne aktarılıyor diye biliyorum.

Önüne gelenin bir işletme açmasına izin veriyoruz. Bu işletmenin iyi denetlenmesi. Daha kurulmadan, açılmadan önce edinimleri yerine getirip getirmediğini iyi halletmemiz gerekir diye düşünüyorum. Burada bir başka konu daha var. En son günlerdeki bu ölen insanları hemen gıdaya havale ettiler. Halbuki böcek ilacından oldu. Biz bir de buradan baktığımızda ya bu kadar adam midye yiyor da sadece bunlar mı zehirlendi diye sormuştuk. Böyle de biraz kolaycılığımız var.

  • Yeni hal yasası çiftçiyi korur mu? Bu hal yasası bizim bildiğimiz 8-10 sene önceki hal yasasının taslağını mı tartışıyoruz?

Hal yasası ile ilgili yaklaşık 12-13 maddelik bir öneri oluşturduk. Bakan yardımcısına da teslim ettik. Burada şu anda küçük bir revizyondan söz edebiliriz. Üretici birliklerine yer verilmesi gibi küçük nüanslar taşıyorlar ama bunların sistemin işleyişine, fiyatların oluşumuna olumlu ya da bir olumsuz katkı sağlayacağını düşünmüyoruz.

Aslında hal yasası biraz daha sektörün içinde olduğu bir şekilde tartışılarak değiştirilmeli. Şu anda küçük bir revizyondan bahsediyoruz.

TARIM ARAZİSİ ÜRETMEKTE ZORLANIYORUZ. MEVCUT TARIM ARAZİLERİMİZ DE RİSK ALTINDA

  • Siz arazilerin tarıma tahsisini gündeme getiriyordunuz. Bu konuda ciddi ihtiyaç olduğunu gündeme getiriyordunuz. Bu konuyla ilgili şu an daha mı iyi durumdayız? Daha mı kötü? Nasıl durum?

Şu anda bir Antalya’da organize tarım bölgesi yapmak için çalışıyoruz. Bununla ilgili fizibilite raporumuzu tamamladık. Yer bulmaya çalışıyoruz. Birkaç yer var. Oraların mülkiyet sorunlarıyla ilgileniyoruz.

Onun dışında yine lisanslı depo yapmak için çalışmalarımızı tamamladık. Sektörle de bir araya geldik. Korkuteli ve Elmalı bölgesinde de bir lisanslı depo yapmak için yer arıyoruz. Kamunun elindeki yerler bize cevap vermiyor. Özelden belki yer bulabilir miyiz diye inceliyoruz.

Biz bunu arıyorken arazi sorununun çözülmediği gayet açık. Orada bizim bir arazi planlamamız yok. Devlet de elindeki envanteri yıllardır istememize rağmen kamunun elinde hazine arazisi istememize rağmen paylaşmıyor. Sorduğumuzda da siz yeri bulun biz bakalım şeklinde bir yaklaşım var. Tarım arazisi üretmekte zorlanıyoruz. Zorlanırken mevcut tarım arazilerimiz de risk altında. Şehrin yapılanması yatay devam ediyor. Bugün işte Altınova eskiden tamamen üretim bölgesiydi. Serik üretim bölgesiydi. Şimdi artık imarla inşaatlar seraları üretim alanlarını yok ediyor. Bu konuda aslında biraz Antalya özelinde söylemek gerekirse uzunca bir süredir Antalya suyun akışına giden bir şehir niteliğinde kendiliğinden işte doğal güzellikleriyle, dünyasının becerisiyle, kamunun aktifliğiyle bir suyun akışında yol bulmaya çalışıyor. Eskiden krizlerde hep Antalya olarak Türkiye küçülürken hep büyüyerek çıkmıştık. Çünkü dışa açık, ihracat yapan, turist ağırlayan bir ildik. Son iki dönemdir kurdaki baskıdan kaynaklı bu özelliğimiz de kayboldu. Antalya’nın aslında bir yeniden yapılanmaya ihtiyacı var.

Yani artık ekonomik ömrünü bitirmiş binalarımızı yıkıp yenilememiz, sağlıklı bir planlama yapmamız gereken bir dönemdeyiz diye düşünüyorum. Şu anda eğer yerel yönetimi, kamu insanlara barınacak yer üretemiyorsa insanlar doğal olarak gözlerini bizim tarım topraklarımıza dikiyorlar. Kamunun arazi üretiyor olması lazım.

Bunu yaparken de yatay genişleme yerine ekonomik ömrünü bitirmiş yerleri yıkıp yeniden yapıp insanların konaklama ihtiyacını ya da iş yeri ihtiyacını çözmesi gerekiyor. İşte yine son üç beş yıldır Antalya yüzde yedi civarında göç almış. Bazen bundan şikayetçi oluyoruz ama göçü yönetebilirseniz aslında o kente katkı sağlarsınız. Bu insanların da konaklama sorunu var. Şimdi baktığımızda işte organize sanayimizdeki iş insanlarımız, otelcilerimiz çalıştırdıkları insanların konaklama sorunu olduğu için lojman yeri aradıklarında da ister istemez tarım topraklarına bakıyorlar. Ama bunları kamunun bence tarım etkilemeyecek şekilde planlama şansı var. Biraz Antalya’nın yeni bir bakış açısına ihtiyacı var diye düşünüyorum.

  • Kalıntı sorunu yıllardan beri konuşuyoruz. Birisi çıktı işte Kumluca’da tıra yüklediğimiz salatalık Ankara’ya gidildiğine kadar kırk santim büyüdü dedi. Vatandaşımız zehri bize yüklüyorlar diyorlar.

Genel anlamda önceki yıllara göre baktığımızda bu konuda çok ciddi yol aldık. Yani burada üreticimiz de, ihracatçımız da, tüccarımız da bilinçlendi. Sadece zaman zaman münferit olaylara rastlıyoruz. Burada tabii mümkün olsa da hiç zira ilaç kullanılmasa, tamamen biyolojik mücadele yapılsa bu da şu anda çok mümkün görünmüyor. Burada kalıntı sorununun sebebi aslında ilaç atıldıktan sonra bekleme süresine riayet etmeyen üretici var. Mesela X ilacını attığımızda diyor ki dört gün toplamaman gerekir. O gün sabah uyandığında hal’den gelen fiyat cazip geliyorsa üreticiye, bazen o hırsına yeniliyor. O ürünü topluyor. Yani o bir kasadaki ürün tüm TIR’ı temsil etmiyor. Bu farkındalığı arttırmak için çaba harcıyoruz.

  • Gümrükten Bulgar kapısından dönen ürünler Türkiye’ye giriş yapıyor mu? İç piyasaya veriliyor mu? Bu korku var.

Ben Antalya adına söyleyeyim genelini bilemem. Biz buradan yüklediğimiz domates eğer dışarıdan geri dönerse domates olarak gelmiyor. Salça olarak geliyor. Dolayısıyla ona raf ömrü olmadığı için tekrar ekonomik hayatın içine girmesi, satılması çok olası değil. Bir de şöyle bir şey var tabii burada dönem dönem ülkeler kendi üreticisini korumak için rezüdü limitlerini oynuyorlar, yükseltiyorlar, düşürüyorlar. İhtiyaçları varsa düşürüyorlar. İhtiyaçları yoksa yükseltiyorlar, kendi üretimleri güçlüyse öyle de bir sorun yaşıyoruz.

  • 2025 nasıl geçti?

Aslında 2024’teki sıkıntıdan sonra 2025’e hepimiz umutla başladık. Ama 2025’te beklentilerimizi net olarak ortaya koymadı. İşte geçtiğimiz günlerde büyüme rakamları açıklandı. Onlara baktığımızda bir büyüme söz konusu. Ama büyümenin kompozisyonu çok iyi değil.

Sanayi üretimimiz gayri safi milli hasılanın içinde düşmüş. Tarım tarihi düşüş zirvesini yakaladı. Ama sadece bizim değil, dünyada da birtakım sıkıntılar var. Yani dünya da eski dünya değil. Yani 2003 – 2017 arasındaki küreselleşme, serbest ticaret yerini şu anda korumacı, yerelleşen bir yaklaşım aldı. Dünya gayri safi milli hasılasında yüzde 63 olan dış ticaret şu anda yüzde 57’ye düşmüş durumda. Daha da düşecek. Mesela Amerika dış ticaret açığını 600 milyardan 200 milyara yani yüzde 70 civarında düşürdü. Biz ancak yüzde 23 kadar düşürebildik. Daha da düşürmemiz gerekiyor. Onun dışında içeride tabii ki enflasyonla mücadelenin getirdiği sıkıntıları hep beraber yaşıyoruz.

İş dünyası krediye erişemiyor. Erişse bile maliyeti çok yüksek. Özellikle yaptığımız işlerin tamamında neredeyse ciddi bir faiz maliyeti var.

Antalya’yla ilgili hemen söyleyeyim. Antalya’da aslında genel ortalamaya baktığımızda hep Türkiye ekonomisi içinde yüzde 3’ün üzerinde payı varken son dönemde bu pay 3’ün altına düşmeye başladı. Yine Antalya’da hep övünürdük, derdik ki mevduatı kredisinden fazla şehir derdik. O yapı terse döndü.

Çekle ödemelerimizde fena değiliz. Ama çekle yapılan ticarete baktığımızda ticaretimizde ciddi bir yavaşlama var.

Bir başka konu da Antalya’da çok ciddi anlamda kredimiz arttı. Yani Türkiye’de yüzde 37 artarken ticari krediler Antalya’da yüzde 67’ye ulaştı. Bunlar da genelde baktığımızda bir yatırım için değil daha çok günlük cari harcamaları, masrafları için alınan paralar. Çekle ticaret reel ortalamanın çok altında kaldı.

Turist sayımız 17 milyon civarında oldu. Sayıyı iyi tutuyoruz. 17 milyonla tamamlayacağız yılı.

Önümüzdeki yıl beklentiniz ne derseniz? Enflasyonun düşmesini canı gönülden istiyoruz. Faizlerin düşmesini istiyoruz. Yine özel sektörün krediye erişiminde sıkıntılar var. Bir baskı var. Kurun üzerinde baskı var. Biliyorsunuz TOBB’un önderliğine nefes kredisiyle küçük üreticiye, küçük esnaf, küçük tüccara bir kaynak yaratmaya çalıştık. Ama her ne kadar Merkez Bankası faizleri düşse de bankaların uyguladığı faizler hala düşmüş değil.

İstihdamın üzerinde büyük yükler var yine. Her zaman olduğu gibi. Antalya turizm açısından önümüzdeki yıl bu yıl gibi bir profil çizer herhalde. Öyle gözüküyor. Bir artışın olmasından ziyade mevcudu toparlamamız gerekiyor. Orada da emek yoğun sektörlerin tamamında olduğu gibi tarımda turizmde döviz kurunun baskısından kaynaklı ciddi artışlar var. Özellikle personel giderleri masrafların içinde yüzde 20’lerde 22’lerdeyken şimdi yüzde 50’lere kadar uzanmaya başladı. Ocak’ta asgari ücret zammı var, ondan sonra daha da bu artacak. Fiyatları arttıramıyorsunuz çünkü dünyada bir piyasa var. Şu anda birçok ihracatçı içerideki yüzde 140’lık fiyat artışına karşılık yüzde 40’lık döviz artışıyla ihracat yapmaya çalışıyor. Buradaki temel sebep de müşterisini kaybetmemek, pazarda yerini tutmak adına: Umuyoruz bunlar düzene girer.

ÇİN’İN YAYILMACI POLİTİKASI EN BÜYÜK TEHLİKE … SURİYE’DE, IRAK’TA, HER YERDE ARTIK ÇİN VAR

Bir başka konu da tabii bir Çin baskısı var ülkenin üzerinde. Çin acayip şekilde yayılıyor. Biz de Türkiye’yle ne oluyor diye baktığımızda Çin’e bir dolarlık satış yapıyoruz, karşılığında 13.2 dolarlık alış yapıyoruz. Türkiye’nin dış ticaret açığının yüzde 59’u Çin’den kaynaklanıyor. Çok büyük rakam. En tehlikeli olan da Çin’in bu yayılmacı politikası. Bugün geldiğinizde Suriye’de, Irak’ta, her yerde artık Çin var. O ülkelerinde inşaatlardan sanayisine kadar. Bizim özellikle yurt dışına, çevre ülkelere, Avrupa Birliği’ne, Orta Doğu’ya sattığımız ürünlerin yüzde 21’i de onların rekabetine konu olacak ürünler. Bu da 42 milyar dolar civarında. Onların baskısından bunları koruyacak bir politika geliştirmesi lazım ülkemizin, yani bir strateji belirlemesi lazım. Çin’de de öyle bir hal almış ki son verilere baktığımızda oradaki firmaların yüzde 23’ü zarar beyan ediyor. Ama ülke diyor ki kardeşim git, yayıl, yok et. Bankacılık sisteminin yüzde 80’i kamuda, uzun vadeli ve düşük faizli kredi veriyor. Bizdeki oran yüzde 45, orada yüzde 80.  Bu anlamda Çin’e dikkat etmemiz gerekiyor. Şu anda ithalatımız acayip derecede artmış durumda. Sınırlama getirilmesi gerekir diye düşünüyorum.

  • Döviz Kuru ne olmalı sizce?

Hiç bilmiyorsan enflasyon kadar olmalı.

  • Sizin çalışmalarınızdan sonra Coğrafi işaret konusunda ciddi bir farkındalık oluştu. Hem Türkiye genelinde hem de Antalya açısından şu anda son durum nedir?

Valimiz harıl harıl çalışıyor bu konuda, Antalya’da ve bütün ilçelerde. 200’e yaklaştık başvuruda.  Sağ olsun Yavuz Hocam (Tekelioğlu) bu konuda akademik olarak yoğun çalışıyor. Tabii bu değerlerin ortaya çıkması, envanterinin çıkartılması hepsi doğru, güzel şeyler. Antalya’da da o konuda bir çoğumuzun duymadığı birçok yöresel ürünümüz ortaya çıkıyor. Ben işim birazcık başka tarafından bakıyorum. Yani bu işi ne kadar ticarileştireceğimize bakmamız lazım. Biz bize dayatılanlara meyletmeye başlamıştık. Bize ait olanları unutmaya başlamıştık. YÖREX aslında bir anlamda oradan doğdu. Yine bir kriz dönemiydi. Dedik ki biz raflara bakıyoruz, hep yurt dışından gelen ürünler var. Bizim ürünlerimiz kendi insanımız tarafından bile kullanılmıyor. Kullanılmadığı için üreticimiz üretimden vazgeçiyor. Bunu tekrar canlandıralım diye başladık. Sonra coğrafi işaretler hikayesini öğrenince bunun iyi bir yol olduğunu düşündük ki hala öyle. Bunun etrafında işte 119 taneydi coğrafi işareti ürün. Şimdi 1793 bin 800’e yakın ürün olmuş. Şimdi coğrafi işareti ürünün etrafında üreticiyi kenetlememiz gereken bir dönemdeyiz. Yani o ürün etrafında o ürün coğrafi işaret markası etrafında üreticinin örgütlenerek birlikte hareket etmesini sağlamamız lazım. Birlikte üretmesini miktar yaratmasını sağlamamız lazım. O konuda biraz zayıfız. Onu geliştirmeye çalışmamız lazım. Yani ne kadar coğrafi işaret alırsak o kadar iyi. Ama bunu paraya dönüştüremiyorsak da çok iyi değil. Paraya döndürmemiz için de üreticinin bu ürünlerin etrafında dernektir, birliktir, herhangi bir mekanizmadır, kooperatiftir devam etmesi lazım. Bugün dünyada hala gelir dağılımı ne kadar bozuk olursa olsun bu tür ürünleri tercih eden ciddi miktarda orta gelir üstü insanlar var. Bu ürünler normal fiyatının yüzde 20-30, bazı yerde yüzde 100 fazlasına satma şansınız var. Güzel olan şeyler de var. İşte Avrupa Birliği’nde de yaklaşık 45 ürünümüz şu anda tescil edildi. Yaklaşık bir 40 ürünümüz daha var tescil için yolda bekliyor. Ama bunları yaparken de bunun tedariğini yani coğrafi şeritli ürünü tedarik edecek mekanizmaları (20:49) kurmamız lazım. Şimdi öyle bir yoğun dönemdeyiz. Onu nasıl yapabiliriz diye.

ANTALYA’NIN BİR GASTRONOMİ SOKAĞI, GASTRONOMİ CADDESİ YAPMASI LAZIM

Aslında benim en son tahlilim bu işi biz biraz birbirine karıştırdık gibi geliyor. Gastronomiyle yöresel ürünü karıştırdık. Ticari boyutu olmayacak. Antalya’da yörük kültüründen gelen bir gastronomik değer var. Bunları bilmiyoruz. Bunları ortaya çıkarıp bunlarla ilgili bir gastronomi kenti olma çabası var. Bunları coğrafi işaretleyip de yapmak var. Şimdi coğrafi işaretliyoruz. İnşallah bundan sonraki gastronomi ayağında bir yere gidebiliriz. Mesela Antalya’nın bu kadar ürünü var. Bir gastronomi sokağı yapması lazım. Yani gastronomi caddesi yapması lazım.

  • Üretici birlikleri kuruldu ama bir türlü bu konuda bir başarı sağlanamıyor. Yani ölü doğdu bir yerde.

Ayakları olmayan bir mekanizma kurarsan olmaz. Şimdi bunları yapmak için de şöyle devletin karar vermesi lazım. Yani demeli ki kardeşim ben şu şu şu coğrafi işaretli ürünleri destekleyeceğim. Ama bunları bir kooperatif olursanız, bir dernek olursanız. Yani devlet bunu istiyorsa bugün çoğu zaman yüzde biri bile değil bütçenin diyoruz ama az destek vermiyoruz. Devlet bunu isterse der ki kardeşim ki Keçi’de yaptılar bunu. Örgütlü olanlara ben destek vereceğim, teşvik vereceğim, yol alır. Yani elimizdeki enstrümanı iyi kullanırsak, ama biz bunu sadece dağıtmış olmak için dağıtırsak, politik dağıtırsak olmaz.

Yorum Ekle

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir